Bir zamanlar sayısız sürünün meleyişi ve adanmış çobanların sesleriyle yankılanan Kıbrıs'ın rüzgarlı tepeleri, şimdilerde ürkütücü bir sessizliğe bürünmüş durumda. Adanın kırsal kimliğiyle derinden iç içe geçmiş geleneksel meslek, gözle görülür bir düşüşle karşı karşıya; bu zorlu hayata bağlılıklarını sürdürenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu çarpıcı gerçeklik, belki de en iyi şekilde, 66 yaşındaki eski tam zamanlı çoban George Kasapis'in hikayesiyle gözler önüne seriliyor. Mesleğine yıllarını veren Kasapis, şimdilerde keçi yetiştiriciliğini tatlı bir hobi olarak sürdürüyor. Onun deneyimi ve Mathiatis gibi köylerde hayatta kalmaya çalışan az sayıdaki aktif çobanın mücadelesi, kaybolmaya yüz tutmuş bir mirasa dair dokunaklı bir tablo çiziyor.
George Kasapis için hayat boyu süren bir meslekten emeklilik hobisine geçiş, zorunlulukların ve derin bir tükenmişlik hissine dayanıyordu. Orman departmanında yirmi beş yıl ve hayvanlarla ilgilenerek sayısız yıl geçirdikten sonra, tam zamanlı çobanlığın amansız doğası – ki bu, hayvanlara yılda 365 gün bağlı kalmayı gerektiriyor – giderek sürdürülemez hale gelmişti. "Ona bağlısınız," diyerek mesleğin amansız taleplerini özetliyor. Keçi yetiştiriciliğine dönüşü, daha küçük ölçekte ve kişisel tatmin için olsa da, hayvanlara ve toprağa olan kopmaz bağının bir kanıtı. Emekliliğiyle aynı döneme denk gelen son üç yılda, yaklaşık kırk avroya aldığı on kuzuyla başladığı mütevazı sürüsü dört katından fazla artmış. Beş aylık gebeliğin ardından gerçekleşen keçi doğumlarının döngüsel ritmi, tendonit ameliyatı sonrası kısmen hasar görmüş koluyla hayvanları yönetmenin ve çoğu zaman uykusuz kalmanın zorluklarına rağmen, onun için zamanın geçişini hala belirliyor.
Kıbrıs çobanlığının genel manzarası da aynı derecede endişe verici. Bir zamanlar tarımsal faaliyetlerle cıvıl cıvıl olan Mathiatis köyünde sadece üç çoban kalmış. Biri tam profesyonel çalışırken, emekliliğe yaklaşan diğeri yalnızca minimal sayıda hayvanı idare ediyor. Üçüncüsü ise halkla veya medya ile etkileşim kurmaktan kaçınan, içine kapanık bir figür. Bu azlık, sadece değişen kişisel tercihler meselesi değil; kırsal Kıbrıs'ı yeniden şekillendiren sistemik değişimlerle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı. Kasapis, adanın Avrupa Birliği'ne katılımını bir dönüm noktası olarak göstererek, "AB'ye katıldığımızdan beri, her şey bitti," diyerek geleneksel çiftliklerin ve ağılların yaygın bir şekilde ortadan kaybolduğuna işaret ediyor. Ruhsat ve belirli işletme standartlarına uyumu gerektiren katı düzenlemelerin getirilmesi, şüphesiz hem hevesli hem de mevcut çobanlar için aşılmaz engeller yaratmış.
Modern çoban, birçok açıdan, giderek göz ardı edilen bir nişte kendine yer buluyor. Bazı gözlemcilerin tanımladığı gibi, daha büyük toplumsal anlatıda "oyuncu olmayan karakterlere" benziyorlar; geleneksel peyzajları ve geçim kaynaklarını korumadaki hayati rolleri çoğu zaman kabul görmüyor. İşin zorlu doğası ve artan düzenlemelerin getirdiği bürokratik karmaşıklıklar, genç nesilleri bu mesleğe girmekten açıkça caydırmış. Sonuç olarak, bir zamanlar tarıma ayrılmış birçok alan harap durumda veya tamamen yıkılmış, bu köklü mesleklerin aşınmasının çarpıcı bir görsel temsili. George Kasapis'in şu anda keçileriyle olan meşguliyeti, merhum eşinin amcasına ait eski bir ağılı hobisi için bir alana dönüştürmesi, bu değişimi vurguluyor. Bu, toplumu ayakta tutan gelişen profesyonel bir uğraştan ziyade, mevcut gerçekleri kabul eden bir biçimde bir mirası sürdüren kişisel bir çaba. Azalan sayılar, önemli bir destek ve adaptasyon gerçekleşmediği sürece, geleneksel Kıbrıs çobanının yakında yalnızca tarih kitaplarında ve nostaljik anılarda yer alan bir figür haline geleceğini gösteriyor.